21. YÜZYIL TÜRKİYESİNDE İLK VE ORTAÖĞRETİMDE EĞİTİM SORUNLARI
Giriş
Bu sunumda içinde bulunduğumuz çağın gerekleri ve bu gerekliliklere ters olarak ülkemizin ilk ve ortaöğretim sistemindeki sorunlarının neler olduğu ortaya konmuş, alınması gereken önlemler üzerinde durulmuştur.
Dünya nereye gidiyor?
Sorunların ortaya konması ve çözüm önerilerini belirtmeye bir dayanak olması bakımından son yıllarda en çok kullanılan ve tartışılan bazı kavramların açıklanması, “nereye gidiyoruz” sorusunun yanıtlanması bazı ipuçları sağlayabilir. Bu kavramlar “bilişim toplumu” ve “küreselleşme” kavramlarıdır.
Bilişimdeki gelişmelerin etkisiyle dünya bir biçimde küreselleşmektedir. Bilişim Teknolojilerinin ne olduğunu ve bu Teknolojileri nasıl bir toplum yapılandıracağını ve Türkiye’nin nasıl bir konuma geleceğini tartışmaya başlamadan önce, bu güne değin ülkemizde bir kamuoyu oluşturabilecek amacı ile yapılan girişimleri bir bölümünün kısa dökümünü vermekle söze başlayalım.
Bilişim teknolojileri üretim ilişkilerinde çok önemli değişiklikler yapmasının yanı sıra toplumsal sınıfların yeniden biçimlenmesine yol açmıştır.
Bizim çözümsüzlükle uğraştığımız ortamda dünya hızla bilişim çağı yönünde yol alıyor. Dünya düzeni yeniden şekilleniyor. AB ve NAFTA (Kuzey Amerika) kendi arka bahçelerini düzenleyerek 21. yüzyıla hazırlandılar. Buna karşın Türkiye’de kendilerinden çözüm beklenen gruplar çözüm üretmek yerine günlük sorunların altında ezilmiş durumdalar (Erkan 1998: 246).
Bilişim sözcüğünü Aydın Köksal; “İnsanoğlunun teknik, ekonomik ve toplumsal alandaki iletişimde kullandığı ve bilimin dayanağı olan bilişimin özellikle elektronik makineler aracılığı ile düzenli ve ussal biçimde işlenmesi bilimi “olarak tanımlamıştır (Ceyhun ve Çağlayan 1996:6).
Bilişim uzakları yakın etmiş, dünyayı bir köy haline getirmiştir. Bu süreçte bilgi bir yandan parmaklarımızın ucu kadar yakınken, bir yandan da onu üreteni çok güçlü hale getirmiştir.
Bilişim ve Küreselleşme
Son yıllarda estirilen özelleştirilme, serbest rekabet, küreselleşme rüzgarlarının bilişim devrimiyle aynı günlerde estirilmeye başlaması bir rastlantı değildir. Olay, geride bırakmakta olduğumuz Sanayii Toplumunun kavramları ile irdelenmektedir.
Küreselleşme, toplumlar üzerinde büyük bir baskı, dünya sisteminde yaygın bir toplumsal korku oluşturur ve dünyada egemenlerin çıkarına olup bitenleri rıza gösterme amacına dönük olarak işlevde bulunur. Kapitalizmin müzminleşen krizi olan küreselleşme, ayrıcalıkların ve mahrumiyetin, servetin ve yoksulluğun, kaynakların ve acizliğin, gücün ve güçsüzlüğün, özgürlüğün ve kısıtlamanın yeniden dağılımıdır; kısaca emperyalizmin yeni bir formudur (Kızılçelik 2001: 66).
Aydınların bir kesimi küreselleşme ve bilişim toplumunu kavrayıp ona göre davranmak yerine her duydukları moda kavrama sımsıkı sarılırken, diğer kesimi de küreselleşmeyi sadece yeni emperyalizm olarak görüp ona tepki üretmekten öteye gitmemektedir. Bu nedenle ülkeyi bilişim toplumuna taşıyacak reform ve yeniden yapılanma çalışmalarında ciddi adımlar atılmamaktadır. Türkiye de insanlar adeta uyur gezer durumdalar. Ani bir şokla hepimizin uyanması, ayılması ve yeni Kurtuluş Savaşı motivasyonu ile bilişim çağına ve bilişim toplumuna geçiş seferberliği başlatılmalıdır (Erkan 1998: 17).
Çözümün temelinde çok ayrıntılı ve bilinçli bir planlama ile ince stratejiler yatmaktadır. Kendi halinde bırakılmış bir ortamda, bilişim toplumunun; dünya görüşü, bakış açısı, yapıları, yöntemleri, amaçları, vizyonları ve araçları bilinmeden bilişim topluluğuna geçiş mümkün değildir. Bilişim topluluğuna geçiş bilinçli, programlı, planlı, amaçlı, karar ve uygulamalara bağlıdır. Ancak Türkiye’de şu anda bilişim toplumuna geçişin düşünsel temelleri yeterli olgunlukta değildir. Sanayileşme sürecini tamamlamadığı, modernleşemediği için ve bu toplumun birikimine tam anlamıyla sahip olmadığı gibi daha ileri bir aşamanın ön koşulu olabilecek ortamda yok, yenilik yaratmaya yönlendirici ortam ise henüz oluşmamıştır. Kendi akışına bırakılmış bir toplumsal gelişme süreci içinde Türkiye’nin bilişim toplumuna geçiş şansı bulunmuyor. Zaten politik istikrarsızlık, toplumsal enerjinin kısa dönemle günlük sorunlarla uğraşmasına yol açıyor. Oysa bilişim toplumuna geçiş uzun dönemli bakış açıları ve planlama ve uygulama içinde geleceğin toplum yapısını yaratmaya yöneliktir. Bu koşullarda Türkiye potansiyelini günlük işlere, zamanını da boşa harcıyor.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye bilişim toplumuna geçebilir mi? Belli koşulları yerine getirebilirse ancak o zaman geçebilir. Peki bunun yolu nedir ve nasıl olabilir? Bilişim toplumuna geçiş için; geçmiş değil gelecek önemlidir. Bilişim toplumunda temel üretim faktörü bilişim olurken, kalkınma sürecinin içeriği ve bu nedenle kalkınma stratejileri değişmek durumunda kalmıştır. Artık ülkelerin birbiri karşısında üstünlük sağlaması kıt olan sermaye birikimine dayanmıyor. Bilişim toplumunda zenginliğin kaynağı, bilgi üretmeye yönelik yeniliklerdir. Yenilik ve bilgi için sınır yoktur. Bilişim toplumunun gelişme stratejisi gelişme stratejisi olarak gündeme geliyor. Yenilikçi strateji değişimi ve yeniden yapılanmaya yöneliktir. Bu da yapısal değişimler ve reformları gerektiriyor.*Türkiye için yenilikçi strateji, hızla bilişim toplumuna geçiş sağlayacak, eski toplumsal yapıları yenileyecek reformlar ile yenilikleri üretecek birimleri oluşturmasından geçiyor (Ceyhun ve Çağlayan 1996: 143).
Bu hedefe ulaşmak ise ancak ve ancak eğitimle olanaklıdır.
Türkiye’de toplumun bir yöne taşınması öncelikle kamusal politikaların oluşturulmasına yönelik, bilişim toplumu, bilişim teknolojileri, yenilikçi insan ve yenilikçi eğitim için kamusal politikalar üretilmesi gerekiyor. Türkiye de bu yönde çalışmalar oldukça yetersizdir.
İnönü Üniversitesinde yaptığımız bir anketin sonuçları bu yönden oldukça anlamlıdır. Örneklemdeki öğrencilerin % 60’ı bilişim çağının getirdiklerinden, nasıl bir çağa girmekte olduğumuzdan habersizdir.
BİLİŞİM TOPLUMUNUN GEREKTİRDİĞİ İNSAN MODELİ
Bu insan modelini yetiştirecek eğitim sistemi, okullar ve özellikle eğitim sürecini yürüten öğretmenlerin farklı özelliklere sahip olmalarını beklemektedir. Temel özelliği “öğrenme” olan bilişim toplumunun oluşmasında öğretmenlerin rolü önemlidir. Öğretmenler bilişim toplumunun yükselen değerlerinin kazanılması sürecinde öğrencileri ile ne tür ilişkiler kurmalıdır? Eğitime yansıyan ileri teknoloji sonucunda oluşmaya başlayan duvarsız sınıflar, uzaktan öğretim, multimedya ile öğrenme, öğrenci merkezli öğrenme, internet okulları v.b. öğretmen ve eğitim yöneticilerinin rolü nedir? Bilişim insanlarını yetiştirmekle görevli öğretmenler bilişim insanı mıdır? Öğretmenler sürekli öğrenme alışkanlığını edinmiş birer bilişim insanı olarak nasıl yetiştirilebilirler (Fındıkçı 1998: 83)?
Yapılan bir araştırmaya göre öğretmen ve yöneticilerin tamamına yakın kısmı kendilerini geliştirmeleri gerektiğine inanırken ancak her dört eğitimciden birisinin kendini geliştirmeye yönelik etkinlikte bulunduğu belirlenmiştir. Araştırmanın ilgi çeken bulgusu ise; eğitimcilerin önemli bir ölçüde kendilerini geliştirme ihtiyacı hissettikleri, bir anlamda yetersizliklerinin farkında olduklarıdır. Öyle ki her on öğretmenden yedisi bu ihtiyacı dile getirmiştir. Araştırmada uygulanan Kendini Geliştirme Envanteri (KGE) sonuçları ise eğitimcilerin ağırlıklı olarak, bilişim teknolojileri, insan ilişkileri, zaman yönetimi, sınıf içi yönetim gibi konularda kendilerini geliştirmek istediklerini göstermiştir.
Modern zamanlarda öğretmenlerin en önemli rollerinden birisi “bilgi aktarma”dır. Bilişim Toplumunun yükselen değerleri ışığında öğretmenlerin bilgi aktarıcı değil, öğrencilerin hangi bilgiyi nerede arayacağını, ona nasıl ulaşacağını öğretmektir.
Eğitimde Paradigma Değişimi
Eğitimin bu ülkede son yirmi yılda gelen hiçbir hükümetin öncelikli alanlarından olmadığını biliyoruz. Milli Eğitim Sistemi artık bırakın sorunlu olmayı, tam anlamıyla çökmüş ve iflas etmiş durumda iken bu ülkede hiçbir hükümet ciddi ve partiler üstü bir yaklaşımla eğitimi gündeme getirmedi.
2000’li yılların ulusal eğitim politikasını belirlerken, bilişim çağına geçmek isteyen Türk toplumunun gereksinim duyacağı niteliklerle donanmış bireyi ve bu bireyi yetiştirmek için gerekli yapıların kurulması, politika ve stratejilerin geliştirilmesi ve yaşama geçirilmesi önemle dikkate alınmalıdır. Toplumun öncelikler listesinde eğitimi birinci sıraya alması gerekir.
Tablo: Eğitimde Sayısal Veriler (2000-2001)
|
Okul Sayısı |
Öğretmen Sayısı |
Öğrenci Sayısı |
Öğretmen Öğrenci Oranı |
Okullaşma Oranı |
Okulöncesi |
8.996 |
12.265 |
228.503 |
|
|
İlköğretim |
36.047 |
345.001 |
10.289.233 |
|
|
Ortaöğretim |
5.967 |
134.815 |
2.128.957 |
|
|
Yükseköğretim |
73 |
71.440 |
1.004.274 |
|
|
TOPLAM |
|
|
|
|
|
Kaynak: 2001 Yılı Başında Milli Eğitim. Milli Eğitim Bakanlığı.
İLK VE ORTAÖĞRETİMDE GÖZLENEN SORUNLAR
Genel Durum
Standardize edilmiş ölçme testleri ve sınavlar, fabrikaların seri üretiminden örnekleyerek geliştirdiğimiz seri üretim ve ürün sayısına benzer olan daha çok mezun ve daha çok diploma, merkezi ve hiyerarşik okul yönetimi, bürokratik okul süreci, kesin hatları ile belirlenmiş zaman kullanımı (okul süresi, ders saatleri, teneffüs araları), bireyler için başkaları tarafından düzenlenmiş değişik eğitim türleri, eğitim aşamalarının kalın çizgilerle birbirinden ayrılması, belli bir sıra ve düzende bu aşamalarda yükselme, eğitim programlarının kesin ve katı çizgilerle belirlenmiş olması. Endüstri devrimini takip eden, eğitim sistemlerindeki yaygın uygulamaları tanımlayan bu öğeler bizim eğitim sistemimizde katmerli bir şekilde uygulanmıştır.
Hasan Şimşek, eğitim adına yaptıklarımızı değerlendirirken şunları söylüyor: Batıdan, kuzeyden, güneyden ve doğudan gelen düşman tehdidinden korkmayın, asıl tehdit bu yetiştirdiğimiz “çoktan seçen kuşaktır” doksan dakikada doksan adet çoktan seçmeli soruyu yanıtlamaya programlanmış bu kuşak hiçbir şeyi sorgulamıyor, düşünemiyor, konuşamıyor ve tartışamıyor. Kendi ellerimizle bu ülkenin geleceğine tuzak kurduğumuz çok açıktır.
Aktif erişkin nüfusun ortalama eğitim düzeyi açısından kendinizi kıyaslamaktan çok hoşlandığımız ülkelerin çok gerisindeyiz. Yirmibeş yaş üstü aktif çalışan nüfus açısından ülkemizde kişi başına düşen eğitim ortalaması 3,5 yıldır. Bu demektir ki, biz herkesi anayasamızda yazmasına rağmen, ilkokul mezunu dahi yapamamışız.
Eğitim sistemimizdeki sorunlar şu başlıklar altında toplanabilir:
1-Ezbercilik
Ezber bir şeyin değişmezliğine olan inançtır. Gerçek tektir. Bireyi tek yolculuğa ve sonuçta düşünme tembelliğine ve totaliterliğe götürür. Yaratıcılığı yok eder, birey aklını birilerine emanet eder ve onun sürüsünün bir parçası haline gelir. Bu birileri, siyasi bir önder ya da bir şeyh olabilir. Ezbercilik aydınlanmanın karşısında yer alır.
Ezbercilik; ilkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim sistemi çerçevesinde her dönemde değişen “resmi ideolojinin doğruları”nı öğretmeyi amaçlamıştır. Osmanlıdan bu yana eğitim sistemlerimizin temel amacı “itaatkar kul” yetiştirmek olduğu gerçeği de bunun üzerine gelince ezberin niçin değişmez bir yöntem olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu tür bir eğitim sisteminin yetiştireceği insanların “kalıpçı ve tepkisiz” olması kaçınılmazdır. Bunun nedenleri ise şunlardır (Titiz 1998: 34-35):
A) Eğitim siteminin geleneksel motifi : “Öğrenme “
Öğretim, öğretmen, eğitim gibi sözcükler dahi sistemin temel felsefesini rengini belli etmektedir. Doğru olduğundan şüphe bulunmayan öğretilerin gerekirse zorla dahi olsa çocuk ve gençlere öğretilmesi kişinin ihtiyaçları ve öğrenme profilline göre kendi hızında öğrenmesi yerine, doğru olduğu varsayılan bilişimlerin öğretilmesi ve bunun doğam uzantısı olan ezberin olası nedenleri şunlar olabilir:
1-Eğitim sorunlarının daima nicel olarak anlaşılması ve sorunların okul sayısı, öğretmen sayısı, ücret ve benzeri gibi parametrelerle açıklana gelişi.
e) Tek tip insan yetiştirme arzusu.
B) Yaratıcılığın hoş karşılanmadığı geleneksel tutum
C) Tepki gösteren bireyler arasında uzlaşı sağlamanın mevcut yönetim kadrolarınca yönetilebilir olmayışı
D) Tepkisizliği benimsemiş bireylerin bazı hallerde aşırı ve yıkıcı tepkiler göstermelerinin yarattığı korku.
2- Geleneksel Eğitim Anlayışı ve Güvensizlik
Geleneksel eğitim anlayışı, eğitimi sadece bilişsel ve entelektüel alanla sınırlamıştır. Bilgiyi hap yapıp veren bir eğitim modeli yerine, ancak öğrenciyi araştırmaya ve problem çözmeye yönelten bir eğitim modeliyle söz konusu olan bu ülkenin geleceğini kuracak çocuklarımızı yetiştirme modelidir. “Açın defterlerinizi söylediklerimi yazın ve ezberleyin” diye derse giriş yapan öğretmenlerle bu yapılamaz.
Bu bağlamda toplumun “Türk ulusu zekidir, Türk ulusu çalışkandır ...” sözlerinde kendisini bulan bir kimlik ve özgüven aşılamasına ihtiyacı vardır. Biz bunu daha önce yaptık, kesinlikle yine yapabiliriz. Bunun için tek gerekli şey kendimize güven ve eğitimdir (Karakütük 2001: 200).
Toplumun, ekonominin, siyasetin sık sık çıkmaza girdiği ülkemizde kendimizi, geçmişimizi ve sistemimizi sorguluyoruz. Oysa insanımız geçmişteki zorlu deneyimlerinden yüz akıyla çıkmıştır. Bu da eksikliğin bizim insanlarımızda değil, onun yetiştirme tarzında olduğunu gösteriyor.
3- Birleştirilmiş Sınıflar Sorunu
Birleştirilmiş sınıf, birden fazla sınıfın bir öğretmen yönetiminde birlikte çalışması esasına dayalı olarak oluşturulmuş bir sınıftır. Birleştirilmiş sınıf uygulaması ekonomiklik açısından düşünülmüş bir özlem ve dağınık yerleşim birimlerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde birleştirilmiş sınıflar daha çok köy olgusuna dayanmaktadır. Birleştirilmiş sınıflar uygulaması sadece bizim ülkemize özgü bir durum değildir. Bu durum yerküre üzerinde yer alan birçok ülkede uygulanan bir öğretim uygulamasıdır.
Birleştirilmiş Sınıf Uygulamasının Sakıncaları (Köklü 2000: 31):
4-Yabancı Dilde Öğretim Sorunu
Ortaokul ve liselerimizde, her sınıfta, haftanın belirli saatlerinde yabancı dil dersi okutula gelmektedir. Öyle ki; 6 yıllık ortaöğretim boyunca, her öğrenci toplam 2.000 saat kadar yabancı dil dersine girip çıkar. Ne var ki, eğer eğitimin niteliği son yıllarda baş döndürücü bir hızla düştüğü görülen Anadolu Liseleri ya da Kolej adı taşıyan özel liselerden mezun değillerse, altı yıldır dil dersi alarak liseyi bitirmiş olan bir gencin bir yabancı dili doğru dürüst konuştuğu pek sık görülen bir durum değildir. Oysa bir kişinin yabancı dili normal olarak 6-7 ay içinde sığdırılabilen 700-800 saatlik bir ders sonunda öğrenebildiği araştırmalar ve uygulamalar sonunda anlaşılmıştır.
Ülkemizde “yabancı dilde”eğitimin dilimizin daha da bozulmasına ön ayak olduğunu düşünüyoruz. Okullarımızda da Tanzimat dönemine özgü eğitim verilip o yönde insan yetiştiriliyor. Tüm bu olumsuzluklar ulusallığımızı yok etmeye yöneliktir. Türkiye Kurtuluş Savaşı öncesindeki gibi yoğu bir emperyalist saldırıyla karşı karşıyadır. Bu saldırıların başında da dilimize yönelik saldırılar önemlidir. Dilimizin yozlaşmasına ve dolayısıyla ulusallığımızın yok edilmesine karşı durmalıyız (Sarıaslan 2000:36)
Türkçe eğitim Türkiye’nin bağımsızlık sorunudur.
Türkiye Türkçe’sinin bugün için eğitim ve öğretimde ciddi sorunları vardır. Okuma yazmada aydınlarımızın Türkçe’yi yanlış kullanması, konuşurken duygu ve düşüncelerin düzgün ifade edilememesi en önemli sorundur. Kelimelerin yanlış telaffuzu, tamlamaların yanlış kullanılması, vurgulamada yanlışlar yapılması Türkçe’yi yozlaştırmaktadır.
Tüm sorunların kökeninde Türkiye’de eğitimin iflas etmiş olması yatmaktadır.
İlk ve Ortaokullarda çocuklarımıza anadilimizi öğretememekteyiz. Dilimizi edebiyat ve kültür seviyesinde öğretmeliyiz. Dilbilgisi kuralları ezberletilerek Türk Dili öğretilemez.(Sarıaslan 2000:23)
5- Demokratik ve Laik Eğitim Sorunu
Fransız devrimci Danton “Ekmekten sonra halkın ilk gereksinimi eğitimdir” demiştir. İnsan ve toplum yaşamında eğitim; birinci derece gereksinmesinden hemen sonra geliyorsa, bundan da kast edilen dogmatik değil laik eğitim ise, o zaman eğitim ve demokrasi, demokratik toplumlarda birbiriyle içiçe iki temel kavramdır. Öyle ki laik eğitim olmazsa demokrasi olmaz, demokrasi olmazsa laik eğitim olmaz
Kuşkusuz bu nedenle başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyeti kuranlar, eğitimi hem Cumhuriyetin hem de demokrasinin alt yapısı olarak kabul etmişlerdir. Cumhuriyetin ilk 27 yılındaki hızla devrimci atılımların önü karşı devrimcilerle kesilmiş olmasaydı, daha açık deyişle demokratik laik eğitim geliştirilerek ödün verilmeden sürdürülebilseydi 2001 yılında Türkiye, bugün bulunduğu noktadan çok daha ileri bir konumda bulunacaktı. Türk toplumu, demokratik laik eğitimi özümseyebilseydi bugün okumaz- yazmaz nüfus kalmazdı. Şeriatçı-ırkçı siyasal partiler bu denli halk desteğine sahip olmazdı,dolayısıyla ülkemiz terörle yatıp,terörle kalkar duruma düşmezdir. O zaman ülkemiz AB’nin giriş kapısında bekletilmez üye olmaya davet edilir, bulunduğu coğrafyada hak ettiği saygın yere gelebilirdi.
Bunun için demokratik laik eğitimi, öncelikle tüm öğretmenlerin eğitim yöneticilerinin, eğitim deneticilerinin; kısaca tüm gençlerin ve aydınların özümsemesi, sonrada yeni kuşakları yetiştirmeleri gerekir (Adem 2001:10)
Laiklik demokrasinin ön koşuludur. Demokrasi laikliğe dayanır. Gerçek demokrasiler laik olanlardır. Eğitimin önemli görevlerinden biri demokrasi eğitimidir. Kitlenin seçme ve seçilme hakkını iyi ve bilinçli kullanması eğitim düzeyinin yetersizliği nedeniyle gerçekleştirilememektedir (Karakütük 2001: 41)
Laik eğitim: “Din etkisinden kurtulmuş olan bireylerin dinsel inançlarına herhangi bir biçimde karışmayan ve öğretim kurumlarındaki çalışmalar ile din işlerini birbirinden ayrı tutan eğitim”dir. Laik eğitim, yalnız din eğitimi ve öğretimin yapılıp yapılmamasıyla sınırlandırılacak bir konu değildir. Aynı zamanda eğitim programlarının ve ders içeriklerinin bilimsel ilkelere dayandığı yöneticileri ve öğretmenlerin nesnel davranışlar gösterdiği eğitimdir (Oğuzkan 1981:102).
Atatürkçü eğitimin laiklik politikası bütün etkenleri içeren sistemli bir politikadır. Din işleriyle toplum düzeni kesinlikle birbirinden ayrılırken, bu ayrılma dine karşı açıkça bir baskıyla sonuçlanmamıştır. Amaç; dini kişilerin iç dünyalarından dışarıya taşmayan bir inançlar bütünü durumuna getirmek, onu toplum işlerinde ve toplumsal görevlerinden sıyrılıp vicdanlara itmektir (Özden 1991: 43).
Atatürkçü Eğitim Politikası
1926 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı bir genelgede eğitimin, ulusal, laik, bilimsel ve demokratik olarak belirlendiği şöyle ifade ediliyordu (Sakaoğlu 1992: 34-35):
“Türkiye’de herkesin milli ve dünyevi, modern ve demokratik bir terbiye alması esastır... Eğitimin “milli” olmasından maksat, gençleri, yaşayan bütün kurumları, düşünce ve idealleriyle milli topluma uydurmaktır... Dünyevi kelimesinden hedeflenen anlam, eğitimin “laik” olması, düşünceyi daraltan ve vicdan özgürlüğünü kıran her türlü dini etkiden uzak bulunmaktır. Modern deyimiyle, eğitimin, yöntemler ve teknikler bakımından en yeni bilimsel kurallara göre sürdürülmesi, demokratiklik ile de eğitim ve öğretimin bütün olanaklarından kadın erkek tüm ulus bireylerinin eşit derecede yararlanması, serveti, toplumdaki yeri ne olursa olsun her gencin yeteneği ve zekası derecesinde öğrenim görebilmesine hiçbir engelin konmaması düşünülmüştür.”
“İlköğretimin milli ve demokratik olması, kız erkek, zengin yoksul bütün millet çocuklarının aynı biçimde eğitim görmesi, bu ilkenin zorunlu bir sonucudur. Yine, ilköğretimin mesleki eğilimlerden, dini etkilerden uzak tutulması, ilköğretim programına yabancı dil konulmaması da bu ilkeye dayanır.”
6- Nitelikli Öğretmen Sorunu
İnönü Üniversitesi öğrencileri arasında yaptığımız araştırmada örneklemdekilerin %100’ü eğitim sistemimizde nitelikli öğretmen yokluğunu dile getirmişlerdir. Aslında bunun için araştırma yapmaya bile gerek yoktur. Kendi öğrencilik deneyimlerimizi gözden geçirmemiz ve gazete başlıklarına bakmamız yeterli olacaktır.
1990’lı yıllarda bile öğretmen olmayan 130 bin Üniversite ve Yüksekokul mezunu öğretmen olarak atanmıştır. Eğitim fakültesini bitirenlerin bile nitelikleri tartışmalıdır. Oysa, nitelikli öğretmen pek çok sorunu kendiliğinden çözebilir.
Diğer Önemli Sorunlar
Yukarıda sıralanan gereksinmeler, eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesini kaçınılmaz duruma getirmiştir.
Öneriler
Kalkınma planlarında devlet görüşü olarak dile getirilen “ülkemizin batılı ülkeler düzeyinde bir kalkınmayı” başarabilmesi ya da büyük Atatürk’ün “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” vasiyetinin gerçekleştirilmesi, her şeyden önce, insanlarımızın değiştirilmesine bağlıdır. İnsanlarımızın değişmesinde, yeni eğitim sistemi, büyük görevlere ve sorumluluklara sahip olacaktır.
Unutmamak gerekir ki; Atatürk’ün belirttiği gibi :
“İlk ve ortaöğretim; mutlaka insanlığın ve uygarlığın gerektirdiği bilim ve tekniği versin. Fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun.”
Bunları sağlayacak olanların Atatürk’ün dediği gibi “yeni kuşakları yetiştirecek öğretmenler olduğunu”nun bilincinde olmak gerekir.
http://www.google.com.tr/search?q=d%C3%BCnyada+e%C4%9Fitim+sorunu&hl=tr&lr=lang_tr&start=20&sa=N
Not:Üniversite ders notlarından düzenlenmiştir.
http://www.sinifogretmeniyiz.biz