Son yıllarda ülkemizde, nitelik kaygısı duyulmadan, rastgele ve bilimsel veriler ötelenerek, -bir çeşit “tezgâh altı” denilebilecek- ki çoğunlukla birbirine benzeyen sıradan metinler, piyasada eğitim kitabı adıyla dolaşıma sürülüyor. Hadi açık konuşalım; sokaktaki Amerikalılara ticari bir ürün olarak pazarlanan kişisel gelişim kitaplarından bahsediyoruz.. Ve fakat bizdeki etkileri o dereceye ulaşmıştır ki, sonunda bu coğrafyada, insana tek tip yaratıklar olarak bakan ortak bir dil doğmuştur.. Eğitimle ilgili tüm yazılıp söylenenler, ne yazık ki bu eksik ve yetersiz terminolojinin etkisi altındadır. Kitapçı raflarına, “çocuklara şöyle davranırsanız, böyle sonuç alırsınız” gibi eskimiş ve her birey için doğru olmayacak genellemelerle dolu yayınlar egemendir. Tüm yazılı ve görsel basın ve akademi, bu tür görüşleri dillendirenlerin tasallutu altındadır. Gençlere yetenekleri ve zekâ özellikleri doğrultusunda eğitim ortamları hazırlayamamanın belki de en önemli sebebi, bu basit ve doğrusal bakış açısının gerçek bilimsel verilerle kırılamamış olmasıdır.
Oysa yeni Dünya olaylara ve insana daha esnek bir mantık ve biraz da Kuantum fiziğinin getirdiği “hiç bir şey kesin değil, hiçbir şey imkânsız değil” bulanıklığı ile bakıyor. Hele de insanı konuşacaksak eğer, standartları önceden belirleme şansına hiç sahip değiliz. Puslu bir mantıkla bakınca, benzer şartların her insanda farklı sonuçlar doğurduğunu kendi yaşam tecrübelerimiz içinde bile pekâlâ görebiliriz. Bugün artık biliyoruz ki, her insan farklı yeteneklere, farklı algılara, farklı etkileşimlere sahip, orijinal bir tasarımdır. Şimdilik imkânsız gibi gözükse de, her bireyi kendi özel şartları içerisinde değerlendirmemiz gerektiği fikrine kendimizi alıştırmamız gerekiyor. Taşıdığımız genlerden doğum öncesi ve sonrası şartlara, bin yıl önceki dedemizin kim olduğundan kültürel kodlarımıza, ay hareketlerinden yıldız ışımalarına, fiziksel bedenimizden sosyal çevremize, beyin fonksiyonlarımızdan ruhsal dünyamıza ve Tanrısal müdahalelere varıncaya kadar sonsuz sayıdaki parametrenin biçimlendirdiği insanı belli kalıplar içerisine sokarak anlamaya çalışmak, eski dünyaya ait ilkel yaklaşımlar olarak bilim çöplüğündeki yerini çoktan almıştır..
Birinci Aydınlanma Çağında ortaya çıkan fikirleri “mekanize dünya görüşü” olarak tanımlayan Alev Alatlı, “1920’lerden itibaren filizlenen parçacık ya da Kuantum Fiziğindeki ilerlemelerle birlikte bu çağın sarsılmaya başladığını” söylüyor. Ki, İkinci Aydınlanma Çağı’nın başlaması bu tarihten sonraya denk düşer. Batıda hayatın tüm alanlarını sessiz ve derinden etkilemeye devam eden bu ikinci dalganın, henüz birinci aydınlanma sürecinin en fırtınalı dönemecindeki ülkemizde tam olarak hissedilebildiğini söylemek ne yazık ki mümkün görünmüyor. Bugün hararetle tartıştığımız onlarca mevzu, bir gün bizlere çok komik ve anlamsız gelmeye başladığında İkinci Aydınlanma Çağı’nın eşiğinde olduğumuzu varsayabiliriz. Eksikliklerimizi tamamlamada bize yol göstermesi gereken farklılıklarımız bile, doğrusal mantıklı keskin bakış açılarıyla çatışma sebebi olarak görülmekte ve sonuçları öngörülemez kaoslara sebep olabilmektedir.
Aydınlanmacı fikirleri besleyen doğrusal mantık, bir anda karşısında Kuantum Fiziğinin ortaya koyduğu “ikisi de doğru” yaklaşımını bulduğunda, artık yeni bir çağ başlamış oluyordu. İşte tam burada, Hoca’nın şu meşhur “sen de haklısın” fıkrasını hatırlatmak isteriz. Işığın aynı anda hem parçacık hem dalga özelliği gösterdiği fark edildiğinde, doğrusal mantığın temelleri de sarsılmış oluyordu. Artık bilim, olaylara mutlak doğrular, tek doğrular, kesin doğrularla değil, “hiç bir şey kesin değil, hiçbir şey imkânsız değil” yaklaşımı ile bakıyor. Bu bakış açısını siyasal alana taşıdığınızda, “olabilir,” “belki,” “neden olmasın” gibi kavramların yarattığı toleransla, kitleleri rahatlatan, özgürleştiren, bireyselleştiren açılımlara tanık olabilirsiniz. Ta ki, demokrasinin uygulanabilir olması dahi buna bağlıdır.
Kaos teorisini duymuş olmalısınız. Hani, içini doldururken “kelebek etkisi” örneğine başvurduğumuz Paradigma.. Bir kelebeğin kanat çırpması çok uzaklarda bir yerlerde fırtınalara sebep olabilir derken, söylemek istediğimiz şey şudur; “Bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişiklikler, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilir.”
Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantılarla değil, ortamdaki birçok parametre ve etken sonucunda biçimlenir. Muhtemelen, odanın başka bir yerindeki sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir hava hareketi dumanı şekillendiriyor alabilir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen başka girdiler, sonsuz sayıda farklı seçenekler doğurabilir. Birçok farklı verinin sürekli değişerek yeni kombinasyonlar yaratmasını kargaşa ya da kaos olarak niteleyebiliriz. İşte tam bu noktada karşımıza çıkan şey, düzen ve karmaşanın aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu gerçeğidir.
Hava tahminlerindeki yanılmalara neden olan öngörülemez hava hareketleri, terör karşısında aldığımız tüm tedbirlerin geçersiz kalması, ABD’nin son elli yıl boyunca uluslararası her güç denemesinde başarısız olması, toplum mühendislerinin yürürlüğe koyduğu çoğu projenin amaçlanan sonuçlara ulaşamaması, laiklik karşıtlarına yönelik alınan abartılı tedbirlere rağmen dini değerlerin yükselişi gibi binlerce başka hadisenin, aslında yok saydığımız ara etkenler nedeniyle değişik mecralara sürüklenebildiğini nihayet bugün anlamaya başlıyoruz..
Sadece dalgalarda, girdaplarda, borsa hareketlerinde değil elbette, bireysel ve toplumsal yaşamın dinamikleri içerisinde, “şunu şöyle yaparsan şu sonuca ulaşırsın” şeklindeki neden-sonuç ilişkilerinin çoğunlukla işlemediği görülür. İnsan topluluklarının küçücük hareketlenmeleri, bütün dünyayı etkileyebilecek kelebek etkiler yaratabilir.
Kendi hayatımıza baktığımızda, kariyer planları yaparken mesela, önemsemediğimiz küçük ayrıntıların bütün bir geleceğimizi nasıl değiştirebildiğini çok görmüşüzdür. Hesaba kitaba gelmez ve öngörülemez bir süreçtir ve hayat böyle bir şeydir.
1965 yılında California Berkeley Üniversitesinden Azeri bilim adamı Prof. Lütfü A.Zade’nin Saçaklı Mantık veya Bulanık Mantık (Fuzzy Logic) adıyla ortaya koyduğu bakış açısı, daha çok belirsizliklerle kuşatıldığımız evrenin karmaşık matematik düzenini tanımaya yöneliktir. Sadece siyah ve beyaz, evet ve hayır gibi gerçek dünyada tam olarak bulamayacağımız aşırı uç değerleri kullanan klasik mantık (Aristo Mantığı) yerine, bütün ara değerleri yani grileri de hesaba katan yeni bir anlayış.
Artık biliyoruz ki, ülkemizin en temel sorunlarının, Birinci Aydınlanma Çağının doğrusal ve keskin söylemleri ile bir ilişkisi var. “Akan şu kanı durduralım” dediğinizde, şu ya da bu gerekçelerle karşı çıkanlar, referanslarını bu mantık üzerinden yürütüyorlar. Katı disipline dayalı eğitim anlayışının, kitlelere nefes aldırmayan, olabildiğince sert, baskıcı ve jakoben yönetimlerin ve devletin toplum mühendisliğine soyunma eğilimlerinin temelinde Batının çoktan terk ettiği bu eskimiş görüşler olmasına rağmen, ne yazık ki okul henüz bunun farkına bile varmamıştır.
Ve fakat okul mazurdur..
Çünkü bu ülke, ona bu farkındalığı yaratacak enstrümanlardan ne yazık ki şimdilik yoksundur..