Öğrenmede Ön Öğrenmeler
ÖĞRENME VE ÇOCUK
Okullar , çocukların ve gençlerin hayat boyunca ihtiyaç duyacakları bilgi , beceri ve davranışları kazanmalarına yardımcı olmak amacıyla kurulmuş kurumlardır.
Bilgiler , beceriler, tavırlar ve alışkanlıklar hep öğrenme sonunda kazanılır. Bir insanın bütün bunları kazanabilmesi için her şeyden önce öğrenmeye hazır olması gerekir. Öğrenmeye hazır olmak denilince de :Çocuğun zekası, genel beden yapısı ve sağlığı, ruhsal ve duygusal durumu gibi kişilik özellikleri akla gelir. Bu saydıklarımızın her biri öğrenme konusunda , olumlu ya da olumsuz yönlerden ,eşit ağırlıkta rol oynarlar; etkilidirler. Bu nedenledir ki ana baba ve öğretmenler bir çocuğu mutlaka bu yönleriyle tanımalı ,ne durumda olduğunu bilmelidir. Eğitim- Öğretim işi ancak böylece kolaylaşacağı ,verimli olabileceği gibi ;öğrenme sırasında karşılaşılan güçlük ve engelleri doğuran nedenlerin neler olduğunda daha kolay anlaşılır.
Aynı yaştaki çocukların ; zeka düzeyleri , yetenekleri, büyüme ve gelişme hızları, ilgi ve ihtiyaçları yönünden birbirlerinden farklı olabileceklerini daha öncede söylemiştik. Bunun dışında bir çocuğun çeşitli yetenekleri arasında da farklılıklar bulunduğunu hepimiz biliriz. Bu nedenledir ki bir çocuğun derste , her alanda aynı derecede başarılı olması beklenmemelidir. Bu arda öğretmenlere düşen en önemli görev : Öğrencileri arasındaki ayrılıkları , bu farklı özellikleri göz önünde bulundurmak ; her öğrenciye kendi ihtiyaç ve özelliklerine uygun gelişme ve yetişme olanakları sağlamak , böylece her birini yeteneklerine göre en üstün düzeyde yetiştirmek olmalıdır.(Çaplı,Nisan 1993,syf 157-158)
ÖĞRENMEYE HAZIR BULUNUŞLUK
Hazır bulunuşluk ,öğrencinin belli bir hedef davranışa ulaşması için kendine sunulan öğrenim görevini yapma yeterliğidir. Bir öğrenim görevini, beklenen edim düzeyinde geçekleştirebilmesi için öğrencinin, öğrenim görevinin gerektirdiği olgunluk düzeyine ulaşmış ve ön yaşantıları kazanmış olması gerekir. Hazır bulunuşluk, bir öğrenim görevinin bir kesimine karşı değil, bütününedir. Eğer öğrenci, bir öğrenim görevinin, bir kesimini öğreniyor ,bir kesimini öğrenemiyorsa, öğrencinin bu başarısızlığında başka etkenler aramak gerekir.(Lahey,1978)
Koşullu öğrenme kuramlarına göre hazır bulunuşluk, öğrencinin uyaranlara uygun tepkileri yapma ve bu tepkileri kendinde yerleştirme yeterliğidir. Öğrenmenin oluşması için, öğrencinin uyarana gereken tepkiyi yineleyebilmesi ve pekiştirebilmesi gerekir. Karmaşık bir konunun öğrenilmesinde, konudan gelen uyaranların hazır bulunuşluk düzeyine indirgenip yalınlaştırılması ve yalın uyaranlara gereken tepkinin verilmesi , öğrencinin yeterliğine bağlıdır. Öğrenci bu yeterliğe ulaşamamış ise, programlaştırılmış öğrenme ile konu çözümlenerek daha yalın uyaran tepki basamaklarına indirgemelidir. Bu yöntemle konu, öğrencinin hazır bulunuşluk düzeyine indirgendiğinde, zor konunun öğrenilmesi kolaylaşır.
Bilişsel öğrenme kuramlarına göre hazır bulunuşluk, öğrencinin yeni bir konuyu algılamasına gereken bilişsel örüntüyü geliştirmesidir. Öğrencinin geçmişte öğrendikleri, birbirini etkileyerek, bir alan oluşturur. Bu alanı oluşturan doku, öğrencinin bilişsel örüntüsüdür. Öğrencinin geliştirdiği bilişsel örüntüsü, öğrenmesinin temelidir. Bilişsel örüntünün eşiği konunun güçlük düzeyine uyamadığından öğrenci, konuyu algılayamaz. Öğrencinin bilişsel örüntüsü yeni bir konuyu algılamaya yetmediğinde, konunun öğrenilmesi için gereken ön bilgi ve becerilerin , öğrenci tarafından kazanılması gerekir. Öğrenci bu yeterliğe ulaşmaz ise, öğretilecek konu, bütünlüğü bozulmadan, öğrencinin hazır bulunuşluk düzeyine uygun olarak anlamlı parçalara bölünmelidir.
Güdüsel öğrenme kuramlarına göre hazır bulunuşluk, öğrencinin gelişim düzeyidir. Öğrenci, doğuşundan başlayarak her yaşında, belli gelişim düzeyine ulaşır ve böylece yaşına uygun düzeydeki konuları öğrenmeye hazır olur. Gelişim kusurları olan öğrenci, yaşının gerektirdiği tepkileri yapmada da kusurludur. Öğrencinin, öğrendiği konulara karşı hazır bulunuşluğunda görülen kusurların kökeni, gelişimde çok önemli olan ilk çocukluk evresindeki gelişim bozukluklarıdır. Bir konuyu öğrenciye öğretebilmek için, öğrencinin gelişim düzeyi iyi tanınmalıdır.
Özetle öğrenme kuramları, bir öğrenim görevini öğrenebilmesi için öğrencinin yeterlik düzeyinin, bilişsel örüntüsünün ve gelişim düzeyinin, öğrenim görevinin düzeyine uygun olması gerektiğini savunurlar. Yeterlik, bilişsel örüntü ve gelişim düzeyi, birbirini tamamlayan ve birbirinin yerine kullanılabilen terimlerdir. (Başaran,1997,syf 214)
ÖN ÖĞRENMELERİN HATIRLANMASINI SAĞLAMA
Yeni öğrenmenin oluşumu için gerekli uyarıcıları vermeden önce; yeni öğrenmeyle ilgili olan önceki öğrenmeleri kısa süreli belleğe (işleyen belleğe) geri getirilerek hatırlanması sağlanmalıdır. Böylece, ön koşul öğrenmeler kullanıma hazır hale getirildikten sonra yeni öğrenmelere geçilmeli, eski ve yeni öğrenmeler arasındaki ilişkiler kurulmalıdır. Örneğin; Skinner’in öğrenmeye ilişkin görüşlerini öğretme- öğrenme durumlarında kullanımının işlendiği bir derste; öncelikle Skinner’in öğrenmeye ilişkin ilkelerinin neler olduğunun hatırlanması sağlanmalıdır. Öğretmen bunu “Skinner’in öğrenme ile ilgili ilkeleri nelerdi hatırlayınız” gibi bir soru ile yapabileceği gibi, tek tek ilkeleri yazarak eğitim durumlarında uygulanabilirliklerine tartışmalarını da sağlayabilir. Şahıs zamiri ve yüklem uyumunun incelendiği bir derste, ön koşul öğrenme olarak şahıs zamirlerinin neler olduğu hatırlatılarak konuya başlanabilir ve daha sonra şahıs zamirlerine uygun olarak fiile takılacak takıların neler olması gerektiği incelenebilir.
Böylece ön koşul öğrenmeler, işleyen belleğe geri getirilerek yeni öğrenmelerle ilişkilerinin kurulması ve var olan eski şemalara eklemeler yaparak anlamlı öğrenme sağlanabilir.(Senemoğlu,2001,syf 488-489)
ÖN ÖĞRENMELER VE ALGILAMA
Bize gelen yeni uyarıcılara verdiğimiz anlamlar, büyük ölçüde geçmişte edindiğimiz yaşantılara dayalıdır. Örneğin; kimya dersinde öğretmenin tahtaya yazdığı bir formülü öğrencinin anlamlandırabilmesi için, elementlerin sembollerini ve her elementin kaç atomdan meydana geldiğini daha önceden öğrenmiş olması gerekir. Öğrencinin program geliştirme dersinde, hedef kaynaklarını incelemeden önce ,hedef ve hedef türleriyle ilgili kavramları öğrenmiş olması gerekir. Eğer öğrencinin bu öğrenmeleri yanlış ve yetersiz ise, sonraki uyarıcıları yanlış anlayabilir. Böylece ön öğrenmelerdeki eksiklik sonraki öğrenmelerdeki eksik ve yanlışlığa neden olabilir. Bu nedenle öğretmenler öğrencilerinin dersle ilgili ön öğrenmelerini kontrol edip onları tamamlanmasını sağlayarak yeni öğrenileceklere geçmelidirler. Aksi takdirde , öğrencinin yeni öğrenilecek şeyleri anlamlandıramamasına , eksik ve yanlış öğrenmesine neden olurlar.(Senemoğlu,2001,syf 298)
GERİYE KET VURMA
Yeni öğrenilen bilgi, daha önce eski bilgiyle bazı bakımlardan karıştırılarak eski bilgiyi bozmaktadır. Örneğin; yeni okuma yazma öğrenen öğrenciler “b” harfini tanımakta tereddüt gösterirler, güçlük çekerler. Çünkü sonra öğrenilen “d” harfi ve önce öğrenilen “b” harfi arasındaki benzerlikler “b” harfine ilişkin öğrenmede bozulmaya neden olur. Benzer bir durum da, daha önce tek bir binada iş gören devlet kurumu, daha sonra önceki binaya benzer bir binaya taşındığında öncekinde kesin olarak bildiğiniz yerleri, artık karıştırmanıza neden olabilir.(Senemoğlu,2001,syf 334-335)
GERİYE KET VURMAYI ÖNLEMEK İÇİN ALINABİLECEK ÖNLEMLER
Geriye ket vurmanın anlaşılması, öğretimi düzenleme bakımından önem taşımaktadır. Öğretimi düzenlerken bazı özelliklere dikkat ederek, geriye ket vurma en aza indirilebilir. Alınacak önlemlerden biri; karıştırılması mümkün olan benzer kavramlar birbirine çok yakın zamanlarda öğretilmemelidir. Öncelikle biri tam olarak öğretildikten sonra birinin öğretimine geçilmelidir. Örneğin; öğrenciye “b” ve “d” harflerine öğretirken önce “b” harfine tam olarak öğrenmesi sağlandıktan sonra “d” harfinin öğretimine geçilmelidir.
Alınması gereken bir diğer önlemde gözden geçirme ve karşılaştırmadır. Yukarıdaki örneği sürdürecek olursak, “d” harfi öğrenildikten sonra, “b” harfi ile ilgili öğrenmeleri tekrar gözden geçirmeli ve iki harf arasındaki benzerlik ve farklılıklar karşılaştırarak tanımlanmalıdır. Öğrenciler hangi harfi hangisi olduğunu yanılmadan tanıyıncaya kadar alıştırma yapmaları da sağlanmalıdır. Böylece uzun süreli bellekte bulunan orijinal önerme ağı (“b”ye ait) ya da şema genişletilerek yeni bilgi (“d”) içine yerleştirilir ve karışma önlenebilir.
Geriye ket vurmayı önlemenin diğer bir yolu da benzer kavramları farklı strateji ve tekniklerle öğretmek ya da öğretimin diğer öğelerinde değişiklik yapmaktır. Örneğin; Andre ve diğerleri (1976) öğrencilere ezberlemeleri gereken iki liste vermişler; öğrencilerin bir grubu iki listeyi de aynı stratejiyi kullanarak ezberlemişler; diğer gruptakiler ise, her listeyi ezberlemek için ayrı stratejiyi kullanmışlardır. Bu durumda listeleri aynı stratejiyle ezberleyen gruptaki öğrencilerin karıştırma ve unutma düzeyi, farklı strateji ile ezberleyen gruptaki öğrencilerden anlamlı düzeyde yüksek olmuştur. Ayrıca bir çok araştırmacı tarafından öğretmenlerin, öğrencilerin hatırlamalarına yardım etmeleri ve karışmayı önlemeleri için farklı strateji ve materyal kullanmaları da önerilmektedir. Örneğin; İsveç, İsviçre,Avusturya,Avustralya birbirine çok karıştırılan ülkelerdir. Her biri ayrı stratejilerle ve araçlarla, öğretildiği takdirde öğrencinin bilgiyi karıştırması önlenebilir. Yani, biri sunuş yoluyla, diğeri iş birliğine dayalı öğrenme yoluyla vb.; biri sadece harita kullanılarak öğretilirken, diğeri de slayt vb. kullanılarak öğretildiği takdirde öğrencinin bilgiyi karıştırması önlenebilir.
Son olarak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bir çok şey ilk seferinde tam olarak öğrenilemez ve bu durum unutma gibi görülebilir. Bu nedenle öğretmenler, bir öğretim birimindeki öğrenmelerin tam olarak gerçekleşip gerçekleşmediğini izleme testleriyle ya da değişik ölçme yollarıyla saptamalı ve öğrencilerin tam öğrenmelerine sağladıktan sonra başka öğretim birimlerine geçmelidirler.(Senemoğlu,2001, syf 336-337)
İLERİYE KET VURMA
Bu durumda önce öğrenilen bilgi, sonra öğrenilen bilgiyi engellemekte, öğrenmeyi ve geri getirmeyi zorlaştırmaktadır. Örneğin; Türkiye’de direksiyon solda ve trafik akımı sağda bir sistemle otomobil kullanmayı öğrenen kişi, İngiltere’de direksiyon sağda ve trafik akımı solda olan bir sistemle otomobil kullanmakta zorlanmaktadır. Oysa otomobil kullanmayı hiç bilmeyen biri, İngiltere’de ya da Türkiye’de otomobil kullanmayı daha kolay öğrenmektedir. Bunun gibi, İngilizce öğrenirken sözcüklerin telaffuzunu yanlış öğrenen öğrencinin yanlışlarını sonradan düzeltmek oldukça zor olmaktadır.
Tüm öğrenmeler her zaman , önceki ya da sonraki öğrenmeyi engelleyici nitelikte karıştırıcı değildir. öğrenmeler çoğu durumda , önce ya da sonra meydana gelen öğrenmeleri destekleyici niteliktedir. Örneğin ; İtalyanca ve İspanyolca öğrenmeye yardım etmektedir. İspanyolca benzer dil yapısına sahiptir. Önce İspanyolca öğrenmek daha sonra İtalyanca öğrenmeye yardım etmektedir. Bunun gibi Latince’yi bilen bir kişi İngilizce’yi daha kolay anlamakta ve konuşmaktadır. Önceki öğrenmenin sonra oluşan öğrenmeyi desteklemesine ileriyi destekleme (proactive facilitation) adı verilmektedir.
Sonraki öğrenmenin , önceki öğrenmeyi desteklemesine de geriye destekleme (retroactive facilition) adı verilmektedir. Bu durum özellikle öğretme uygulamaları sırasında sıkça gözlenir. Örneğin; öğretmen adayı , daha önce matematikte integral konusun öğrenmiştir. Fakat bizzat kendisi integral konusunu öğrencilerine öğretirken ,integrali daha iyi öğrendiğini belirtmektedir. Yani sonraki öğrenmeler öncekileri desteklemektedir.
Ancak geriye ket vurma , önemli bir unutma (geri getirememe) nedeni olarak gözlenmektedir. Özellikle rutin olarak yapılan etkinlikler bu durumdan daha çok etkilenmektedir. Örneğin ; dün akşam yemeğinde ne yediğinizi kolay hatırlarsınız, ama bir hafta önce öğle yemeğinde ne yediğinizi hatırlamakta güçlük çekersiniz. Çünkü sonraki olaylar öncekinin bozulmasına , karıştırılmasına neden olmuştur. Ancak bizim için çok özel , tek olan bilgi asla başka bilgiler tarafından karıştırılamaz. Örneğin ; evlendiğiniz gün , doğum gününüz, yakınlarınızın ölüm günü vb.
Ancak , daha önce de açıklandığı gibi aslında uzun süreli bellekten bilginin tamamen yok olması mümkün değildir. Penfeild (1969) tarafından yapılan bir araştırmada hastaların beyinlerinin değişik bölgeleri elektrikle uyarıldığında , unuttuklarını zannettikleri çok çeşitli şeyleri hatırlamışlardır. Uzun süreli bellekte bilgi yok olmamakla birlikte , yukarıda açıklanan ona ulaşmak zor olmaktadır. (Senemoğlu,2001,syf 335-336)
ÖĞRENMENİN TRANSFERİ
Organizma hayatı boyunca daima bir öğrenme faaliyeti içindedir ve onun öğrenmeleri çok çeşitli sahaları kapladığı için çok defa bunlar arasındaki benzerlik dereceleri değişik durumlar gösterir. Bir konuda yaptığımız öğrenme başka bir öğrenmede bize yardımcı olabildiği gibi , zorlaştırabilir de. Günlük hayatta çeşitli öğrenmeler arasındaki bu kolaylaştırıcı veya zorlaştırıcı münasebetin örneklerine çok rastlarız. Sağdan trafiğe alışmış bir kimse soldan trafik sistemi bulunan bir ülkede yeni duruma alışıncaya kadar çok hata yapar; ikinci bir dil öğrenen kimse ise iki dilin cümle yapıları da aynı olduğu takdirde çok kolaylık çeker . İşte; daha önceki bir öğrenmenin daha sonraki bir öğrenme üzerine tesir yapmasına “transfer” adını veriyoruz. Transfer pozitif (kolaylaştırıcı) veya negatif (zorlaştırıcı) olabilir.
Transfer hadisesi genellikle hatırlama ve unutma proseslerinden sonra anlatılır. Çünkü önceki bir öğrenme sonraki öğrenmeye şu veya bu şekilde tesir edeceği gibi , sonraki öğrenme de önceden öğrenilmiş olan şeyin hatırlanmasına tesir eder. Yeni öğrendiğimiz şeyler eskileri bazen unutturur ; bazen de daha kolay hatırlatır. Yeni öğrendiklerimizin eski şeyleri daha kolay hatırlatmasına “Hatırlatma Kolaylaştırması” , zorlaştırmasına ise “Hatırlatma karıştırması “ adı verilir.
Transfer negatif de olmakla beraber daha çok pozitif örneklerine rastlarız. Bir öğrenmenin daha sonraki öğrenme üzerine kolaylaştırıcı tesir yapması iki öğrenme arasındaki benzerliğe dayanmaktadır. Ancak bu benzerlik malzemenin benzer olması değil , kolaylaştırması genelleme dolayısıyla olur; ilk öğrenmeden edindiklerimizi genelleme yoluyla sonrakilere de uyguluyoruz. Bazı öğrenmelerde transfer bakımından yaptığımız öğrenmenin muhtevası değil cinsi önemlidir. Mesela buzdolabı motorunun nasıl çalıştığını öğrenen bir insan çamaşır makinesinin motorunu kolay öğrenebilir; iki motor birbirinden farklıdır ama şahıs bir motorun nasıl çalıştığını öğrenmiş olduğu için bu bilgiyi kolayca aktarabilir. Burada ilk defasında “öğrenmeyi öğrenmiş” oluyoruz . bazen öğrendiğimiz bilgiye bağlı olarak da transfer pozitif veya negatifte olabilir. İki öğrenme arasında benzerlik yoksa transfer de yoktur. Uyarıcılar farklı olmakla beraber bunlara yapılacak tepkiler arasında benzerlik bulunursa pozitif transfer olmaktadır. Mesela ; bir yabancı dile ait kelimelerin Türkçe karşılıklarını öğrenmişseniz , başka bir yabancı dile ait kelimelerin Türkçe karşılıklarını öğrenirken kolaylık çekersiniz. Bu işi tersinden yapar , yani Türkçe kelimelerin dillerde karşılıklarını gösteren listeler öğrenmeye çalışırsanız transfer negatif olur. Bu ikinci durumda aynı uyarıcılara farklı tepkiler yapmak durumundasınız.(Özbaydar,1997-1998,syf 77)
ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
“Öğrenmeyi” etkileyen etkenler çok çeşitli ve karmaşıktır. Bunların her birini,diğerlerinden ayırarak incelemek pek zordur. Psikologlar, bu alanda sayısız deneyler yapmışlardır. Ben burada”güdü” başta olmak üzere bunların önemlilerine değineceğim.
Güdülerin kaynağı, bireylerin gereksinimleridir.”Gereksinme” bedende herhangi bir nesnenin azalmasına ya da yokluğuna dayanır. Gereksinme, kendini,giderilmesi gereken fizyolojik bir “güç” ya da “gerilim “biçiminde ortaya koyduğu zaman “dürtü” (drive) oluşur. Örneğin, aç ve susuz kalmamak, bireyin bir “gereksinmesi” dir. Açlık ve susuzluğun organizmada yaptığı “fizyolojik gerilim” hali bir “dürtü” dür.
Dürtünün organizmada belli bir davranışa yönelmesine de “güdü” (motive” denir. Böylece, dürtü, daha çok fizyolojik; güdü de, daha çok psikolojik bir terimdir. Güdülerin gerçeklerle teması sonucunda “davranış” (behavior) ortaya çıkar. Davranışın ortaya çıkmasıyla da “öğrenme” oluşur. Bunlar, şöyle simgesel bir formülle gösterilebilir.
Gereksinme (Dürtü, güdü) Davranış Öğrenme
Öğrenme, bireyin kendi yaşantısı aracılığıyla oluşan “kalıcı davranış geliştirme süreci” dir. Bu, nasıl gerçekleşir? Bireyi davranışa yönelten etkenler, aynı zamanda, öğrenmenin de etkenlerinden biri olabilir.
Davranışın nedeni, değişik tür ve şiddetteki güdülerdir. “Güdüleme” halinde birey, daha çok içten gelen bir “itki” ya da “dürtü”nün, kimi zaman da dış etkenlerin de etkisiyle, bazı etkinlikleri yapmaya çalışır. Bu bakımdan, “öğrenmede”de, “güdüleme”ye, özellikle “içtenli güdüleme”ye büyük önem verilir.
Anlaşılmış olacağı üzere, “dürtüler” ya da “itkiler”, güdülerin bedensel ya da fizyolojik temelini oluşturur. Güdüler ise, hem fizyolojik hem de toplumsal olabilir.
İlk filozoflar, kişinin herhangi bir işi yapması için “istenç”e önem vermişlerdi. Böyle bir davranış bilimde, her hareketin bir nedeni olması gerektiğini belirten “nedensellik” ilkesine aykırı düşer. Bu nedenle, kişiyi davranışa götüren etkenleri tanımak, “öğrenme” -daha geniş anlamıyla- “eğitim” eğitim sürecine egemen olmak için gereklidir. Bunların da başında “güdüler” gelir.
Öğrenmede güdüler üç yönden önemlidir.
1. “Güdü”, davranışı oluşturan en önemli koşuldur. Örneğin, aç olmayan organizmaya yiyecek gösterilse de, salya çıkarmaz.
2. “Güdü”, “pekiştirme” için de gereklidir. Bu nedenle güdü, öğrenmenin temel koşuludur. Örneğin, yiyecek aç bir organizma için uygun bir ödüldür; su da susamış bir organizma için.
3. “Güdü”, davranışın değişkenliğini de denetler. Yani, davranışın şu ya da bu yönde olmasını sağlar. §Böylece, organizmanın doğru tepkide bulunabilme olasılığı artar.
Öğrenme sürecinin anlaşılması açısından önem taşıyan bir başka kavram da pekiştirmedir. Ödüllendirilen davranışların daha çabuk ve kalıcı biçimde öğrenildiği ilkesine dayanan pekiştirmede pek çok tartışmaya yol açmış bir kavramdır.
Öğrenme sürecinde rol oynayan başka pek çok etken bulunduğunu öne süren psikoloji bilginlerine göre çağrışım kuramı evrensel bir geçerlilik taşımaktadır. Örneğin,Gestalt okuluna göre öğrenme yalnızca çağrışım yoluyla değil,çevredeki ilişkilerin yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleştirilir. Dil yetisinin psikolojik boyutlarını inceleyen ruh dil bilim uzmanları dil öğreniminin çağrışım kuramıyla açıklanamayacak kadar çok sözcük ve birleştirme kuralının öğrenilmesi içerdiğini vurgulamaktadır.
Çağdaş öğrenme kuramlarından ele alınan başka bazı önemli konular,öğrenilmiş şeylerin kullanılmasında güdülenimin rolü;öğrenilmiş bir şeyin öğrenilecek olanlara etkisi;öğrenme aşamaları;anımsama,unutma,bilgi tazeleme süreçlerinin yapısı ve canlının ©evrimsel gelişim aşamasıdır.
Öğrenmeyi etkileyen etkenler,genel olarak 4 bölümde incelenir:
1.Fizyolojik etkenler
2.Psikolojik etkenler
3.Isı,ışık,rutubet ve gürültü gibi çevresel etkenler
4.Çalışma yönteminin yeterli ya da yetersiz oluşu
ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FİZYOLOJİK ETKENLER
Öğrenmede fizyolojik etkenlere,”fizyolojik güdüler” de denir. Bunlar,canlı varlığın bir”denge”halinde kalabilmesi için gereklidir. Böyle bir denge sağlanmadığı sürece birey,kendini huzursuz hisseder;bu gereksinmelerini gidermek için etkinlikte bulunur. Açlık ve susuzluk gibi güdüler böyledir.
Öğrenme için en temel koşul,organizmanın en yüksek derecede uyarılmış olmasıdır. Buna öğrenme için “duyarlık kazanma” da denir. Uyurken öğrenme olabilirse de bunun çok yüzeysel olabileceği kabul edilmektedir. Etkili bir öğrenmenin olabilmesi için organizmanın,çevresine karşı uyanık olması gerekir .Bu da her şey den önce fizyolojik güdülerle sağlanır.
Bireyin temel fizyolojik gereksinmelerine dayanan güdülere hayvansal güdülerde denmektedir .Fareler üzerinde yapılan deneylerden anlaşıldığına göre güdüler doyurulmadığı sürece,fare huzursuz olmakta ve bedensel etkinliklerini arttırmaktadır.
1.Açlık güdüsü: Açlık,bireyin en önemli fizyolojik güdüsüdür. Çok duyarlı araçlarla psikologların,bu konuda yapmış oldukları deneyler acıkan farenin,yiyecek aramak için çok sayıda beden hareketi yaptığını göstermiştir. Farenin hareketleri başka bir yere,bir araçla kaydedilmiştir. Bu deneyde farenin hareketleri isli kağıt üzerindeki çizgilerde görülmüştür.
İnsanlar üzerinde yapılan deneylerde de açlık duygusunun,mide kasılmalarının sayısını arttırdığı görülmüştür. Aç iken kanın kimyasal yapısında da bazı değişiklikler olduğu sanılıyor.
Hayvanların yiyeceklere karşı gösterdikleri istek,tamamen fizyolojik güdü ya da gereksinmelerle açıklanabilir. İnsanların iştahı üzerine böyle bir genelleme yapmak olanağı yoktur. Çünkü,insanlar herhangi bir yemeğe karşı çeşitli etkenlere etkisi altında iştah belirtisi gösterebilirler.
2.Susuzluk güdüsü:Susuzluk güdüsü de davranış üzerine,açlık güdüsü gibi etki yapar. Beyaz farelerin bir günde içtiği su,beden yüzeyi ile doğru orantılıdır. Yapılan deneylere göre,fareye bir saat su verilmezse -diğer gereksinmeleri doyurulsa da- fare,gene aşırı derecede etkinlikte bulunur. Susadığımız zaman ağzımız ve boğazımız kurur. Bu, bedende ki su kaybının bir belirtisidir. Bu halde mideye su verilince,bir süre sonra su gereksinmelerinin gittiği görülmüştür. Bedenlerinden çeşitli miktarda su çıkarılan köpeklerin,bir süre sonra bu suyu yeniden aldıkları görülmüştür. Bedende ki su miktarının “hipofiz bezi”nin çıkardığı bir salgı tarafından ayarlandığı bilinmektedir. Açlık ve susuzluk güdülerine “cinsellik güdüsü” de eklenebilir.
3.Diğer fizyolojik güdüler:Bireyi etkinliğe götüren diğer fizyolojik güdüler arasına “oksijen gereksinmesi” , “yenen besinlerden sindirilmeyen kısımların bedenden atılması” gibi güdülerde katılmaktadır. Buna, “beden ısısını koruma” güdüsü de eklenebilir. Bu gereksinme,beynin altındaki “hipotalamus” bölgesi tarafından,kendiliğinden sağlanmaktadır. Bununla birlikte bireyde fazla sıcakta soğuk şeyler yemek ve içmek,soğutucu kullanmak suretiyle buna yardım ediyor. Soğukta da -bunun tersine- yiyecek ve giyeceğini ayarlıyor.
4. “Etkinlik” ya da “dinlenmiş halde bulunmak” güdüsü:Bireyin etkinlik gereksinmesi de bir güdü biçiminde görülmektedir. Etkinlik aracılığıyla kan dolaşımı hızlanır,oksijen bedene daha çok girer Bu da canlının yıpranmasına engel olur, dinçliğini arttırır .Özellikle oksijen,beyin hücreleri için çok gereklidir. Buradan “insanın öğrenebilmesi” için “dinlenmiş halde bulunmaya yani yorgun olmamaya gerek olduğu sonucu ortaya çıkar. Yorgun olduğumuz zamanlarda verimli çalışamayız.
Fizyolojik güdülerin etki oranı :Yukarıdaki fizyolojik güdüler,bireyin yaşamına hangi oranda etki yapmaktadır?Bu konuda iki yönteme göre alıştırma yapılmıştır:
1.Bir güdüyü başka bir güdü ile karşılaştırarak bireyin hangi güdüyü seçtiğini anlama yöntemi
2.Engel koyma yöntemi
Güdüleri, “içgüdü” lerle karıştırmamak gerekir. İçgüdü doğuştan getirdiğimiz ve öğrenme ile yani sonradan değiştiremediğimiz belirli davranışlardır. Kuşların yuva yapması örümceğin ağını örmesi,arını bal yapması,yeni doğan çocuğun meme emmesi gibi. İçgüdülerin öğrenme ile ilgisi yoktur. Yapılan psikolojik araştırmalar,fareden insanlara doğru yükseldikçe içgüdü sayısının gittikçe azaldığını göstermiştir. İnsan gibi yüksek dereceli hayvanlarda,bunun yerine “uslamlama” yeteneği gelişmiştir. İnsanlar,davranışlarını düşünerek,uslamlama yaparak(akıl yürüterek) yaparlar. İnsanlarda,bunu merkezi sinir sistemi sağlamaktadır. Beyin,insanlarda çok karmaşık bir hal almıştır Sonuçta,öğrenme zihinsel gelişimin ürünüdür.
İnsanlarda,fizyolojik gereksinmelere dayanan davranışların çoğu “öğrenilmiş” tir. Yani öğrenme yolu ile kazanılmıştır. O artık fizyolojik değerini yitirmiş ve toplumsal bir biçime bürünmüştür. Toplum,bu konularda bir çok kurallar ortaya koymuştur. İnsanlar,bu güdülerini toplumun kurallarına göre doyurmak zorundadırlar.
İnsanlarda,içgüdü ve diğer güdüler,zamanla yerlerini alışkanlıklara bırakırlar. Yani,bir tepki yinelendikçe artık o tepki,kendisini ortaya çıkaran “güdü” olmaktan çıkarıyor ve bir “alışkanlık” haline geliyor. Bu nedenle,insanlar kimilerine göre, “alışkanlıkları ile yaşayan bir yaratık” olarak kabul edilmektedir Eğitim de, -bu anlamda- bir alışkanlık kazandırma sürecidir.
ÖĞRENMEDE PSİKOLOJİK VE TOPLUMSAL GÜDÜLER
Psikolojik ve toplumsal güdüler bireyi,öğrenme davranışına yönelten psikolojik ve toplumsal etkenlerdir. Fizyolojik güdülerin doğuştan var olmalarına karşın psikolojik ve toplumsal güdüler öğrenme ile kazanılır ve kişinin içinde yaşadığı topluma göre biçim alır. Bu nedenle bunlar toplumdan topluma,kültürden kültüre değişirler.
Kimi psikologlar psikolojik ve toplumsal güdülerinde fizyolojik güdülere bağlı olduğunu,bunlardan çıktığını söylerler. Bunlara göre,herhangi bir toplumun örneğin,açlık ve cinsellik güdülerini doyurma biçimi başkadır.
1.Toplanma güdüsü:Toplumsal güdülerden biri, “toplanma güdüsü” dür. Bu insanın diğer insanlarla ilişki kurmasını,onlarla bir arada bulunmasını sağlar. Bu,toplulukta yapılan kimi etkinliklerden insanın hoşlanması ile kendini gösterir. Bir sinemada,tek başına film seyretmek ile toplu halde film seyretmek arasında fark vardır.
2. “Üstün olmak” güdüsü:Bu güdü,herhangi bir grupta “kendini göstermek” biçiminde görülür. Buda toplumdan topluma değişmektedir. Bir çok toplumlarda,yaşayan her kişide,az ya da çok üstün olma güdüsü vardır. İnsanların,bir konu üzerinde geceli gündüzlü çalışması,ömür tüketmesi başka türlü nasıl açıklanabilir. Herkesin,bu güdüsünü doyurmak için seçtiği etkinlikler birbirine benzemez .Bu güdüyü,kimisi labaratuarlarda çalışarak,kimisi radyoda ve meydanlarda konuşarak,kimisi yazarak,kimisi de atelyesinde ya da tarlasında çalışarak doyurur. İnsanları etkinliğe,yaratıcılığa götüren ve yaşama bağlayan belki en kuvvetli güdü budur.
3.Başkalarini övgüsünü kazanmak güdüsü:Üstün olmak ile ilgili başka bir güdüde başkalarını övgüsünü kazanma güdüsüdür. Yaptığımız her işin başkaları tarafından beğenilmesini ve kabul edilmesini isteriz. İşlerimize ona göre biçim veririz. Yapılacak eleştirileri önceden düşünür ve ona göre davranışta bulunuruz. Bu toplum kuralları ile de yakından ilgilidir.
Öğretimde yukardaki iki güdüden çok yararlanırız .Öğrenci,sınıftaki arkadaşları içinde bir yer yapmaya çalışır;yaptığı her hareketi,öğretmeninin beğenmesine önem verir. Öğrenci bu güdülerini doyurduğu zaman bundan “doygunluk” duyar ve sonuca ulaşmak için çaba harcar.
“Güdü” bireyi davranışa yönelttiği gibi öğrenmenin de hızlanmasını ve sürekliliğini sağlar .Bu güdüsüz öğrenme olmaz demektir. Psikologlarca güdü,öğrenmenin en temel koşulu sayılmaktadır.
4.Yenilik arama ve değişikliklerden hoşlanma güdüsü:Bu güdüler, bireyi dış dünyayı tanımaya,araştırmalar yapmaya yöneltir. İnsanları, gezilere,sinemalara,tiyatroya hatta kitap okumaya yönelten güdü budur. Eğitim ve öğretim etkinlikleri, bu güdülerden yararlanmaya çok elverişlidir.
Gates (Geyts) ve arkadaşları, güdülerin ödevlerini üç kısımda toplamaktadırlar:
1.Öğrenme sırasında, davranışların canlı ve istekli olmasını sağlar .Güdülemek, bireyde saklı olan enerjiyi ortaya çıkarır: Övme .azarlama,not,ödül verme vb...
2.Bireyin kendisiyle ilgili tepkilerde bulunmasını sağlar: Bireyin, bir gazetede kendisiyle ilgili kısımları seçmeye ve öğrenmeye çalışması bundandır.
3.Güdüler, bireyin davranışlarına yön verir:Birey, yaptığı işin sonunda, alacağı sonucu görebildiği oranda başarısını artırır.
Okulda öğretmene düşen önemli bir ödev, çocuklarda güdü yok ise, bunları uyandırmak; az ise kuvvetlendirmektir. Bu amaçla zaman zaman yarışmalar da yaptırılır; fakat, bunda çok da ileri gitmemek gerektir.
Kaygı ve öğrenme: Duygusal davranışlar ve kaygılar da öğrenmenin verimi üzerinde etkilidir. Öğrenme durumu ile ilişkili olmayan kişisel sorunlar, dikkati, konu üzerinde toplamaya ve etkili öğrenmenin gerektirdiği enerjinin ortaya çıkmasına engel olur. Belli bir düzeyde ki kaygı, güdülemeyi artırarak, öğrenme davranışının gerçekleşmesini kolaylaştırır; fakat, notlara fazla önem vererek yapılan bir öğrenme başarısızlıkla sonuçlanabilir. Çok kaygılı öğrenciler, yalın şartlı öğrenme durumlarında az kaygılı olanlardan daha başarılı olabilirler; fakat, karmaşık öğrenmelerde daha az başarılıdırlar.
Çok kaygılı, öğrencilerde ki “daha iyi yapma” baskısı, onların öğrenme ªdurumlarını engelleyebilir.
Olgunlaşma ve motivasyon: Öğrenme ferdin olgunlaşma seviyesine tabidir. Olgunlaşma şümul sahası çok geniş olan muhit şartlarının çizdiği hudutlar içinde, muntazam bir şekilde ilerleyen veya öğretim ve pratik gibi ferdi uyartıcı hususi şartlar mevcut olmadan usule gelen büyümedir. Öğrenme faaliyetinin teşvik ve uyartılması bakımından doğuştan gelen motivasyonlarla, sonradan olanları birbirinden lüzumsuzdur. Öğretmenin bilmesi lüzumlu ve lüzumsuz davranışların bilinçli bir şekilde Ãöğretilmesidir.
ÖĞRENME ÜZERİNDE DUYU ORGANLARININ ETKİSİ
Göz, kulak, deri, burun gibi duyu organları bedenin dışarıya açılan birer pencereleridir. Canlı, dışardan bilgiyi bu organlar aracılığı ile alır. Gerçek yani sağlam ve doğru olan bilgilerimizin kaynağı, duyu organlarımızdır. Çünkü bilginin temeli olan algılar duyumların zihnimizde birleşmesi ve bir anlam kazanması ile oluşur. Duyum ise duyu organları aracılığı ile alınan izlenimlerdir. Hayvanlar, duyum düzeyinden yukarı çıkamazlar. Duyumların zihinde birleşerek bir anlam kazanması demek olan algıların, algılar yardımı ile kavram ve uslamlama gibi zihin işlemlerinin oluşması insanlara özgü birer zihin sürecidir.
Yukarıda ki öneminden dolayı duyu organlarına ve onların sağlığına önem vermek zorundayız. Bir kimsenin duyu organları ne kadar normal çalışırsa o kimse o kadar sağlam bilgi sahibi olabilir. Duyu organları, aynı nedenlerden dolayı zekanın gelişmesine de etki yapmaktadır.
Duyu organlarının hepsi öğrenme üzerine aynı derecede etkili değildir. Bunların içinde en fazla etkili olan “göz” dür. Göz aracılığı ile alınan uyaranlar diğerlerine göre daha kuvvetlidir. Bunların zihinde saklanması ve gerektiğinde anımsanması daha kolaydır. Bundan sonra, “kulak” gelir. Zihnimizde oluşan kavramların büyük kısmı, bu iki organ tarafından kazanılmıştır.
Her insanın duyu organları bakımından kuvvetli olduğu taraf birbirine benzemez. Kimi insanlar, göz yolu ile aldığı uyaranları diğerlerinden daha fazla süre saklar ve istenildiği zaman anımsarlar. Kimileri de, daha çok işittiklerini saklar ve anımsarlar.
BİR DUYU ORGANI OLARAK “GÖZ”
Yapılan incelemeler öğrencilerde %20-30 arasında çeşitli göz bozuklukları olduğunu ortaya koymuştur. Bunların başlıcaları: 1.Miyopluk, 2.Hipermetropluk, 3.Astigmatlık, 4.Şaşılık, 5.Renk körlüğüdür.
Göz hastalıkları, kalıtım yolu ile kişiye bir “anıklık” halinde geçebilir; fakat,sonradan yanlış alışkanlıklarla da ortaya çıkabilir. Örneğin, kitabı gözlere iyice yaklaştırmak ve az ışıkta çalışmak, göz merceğinin biçimini bozmasına ve sonuç olarak da imgenin sarı lekenin önüne uygun bir ortam hazırlar ve böylece, zamanla miyopluk oluşur. Miyoplar yakını görürler,uzağı göremezler.
Astigmatlık göz merceğinin esnekliğinin yitirilmesinden ve gelen ışınları daha çok çeşitli biçimlerde kırmasından ileri gelir. Bu hastalıkta, kişinin gördüğü şeyler karışık olur. Şaşılık göz kaslarının birey tarafından denetim altında tutulmasının sonucudur. Bu da ameliyatla ve gözlükle düzeltilebilir. Renk körlüğünde birey, kimi renkleri hiç göremez ya da başka bir renk olarak görür. Bu gibilerin sayısı toplum içinde pek azdır.
Göz bozukluğu olan çocukları okulda tanıdıktan sonra, doktora göndermek ve sağaltımını sağlamak, öğretim işimizi kolaylaştıracağı gibi;çocuğu türlü sıkıntı ve başarısızlıklardan da kurtaracaktır. Göz hastalıkları, çocuğun başarısızlığına olduğu kadar onun uyumsuz ve sinirli bir kişilik geliştirmesine de yol açar.
BİR DUYU ORGANI OLARAK “KULAK”
Aynı titizliği, ağır işiten çocuklara karşı da göstermek gerekir. Sağırlık çok değişik derecelerde olur. Bunların tanınması daha zordur. Bu gibi çocuklar,sınıf içinde öğretmenin ağzına çok dikkat ederler. Böylece kulak aracılığı ile alabilmiş oldukları eksik uıyaranları göz aracılığı ile tamamlamaya çalışırlar.
Bunların da gözlerinin çevresi ve alınları genellikle kırışık olur. Ağır işiten çocukların oranı da %3-%30 kadardır. Öğretmen bu gibi çocukları doktora göndermeli ve gerekli önlemlerin alınmasında aileye yardımcı olmalıdır.
DİĞER BEDENSEL BOZUKLUKLARIN ÖĞRENMEYE ETKİSİ
Bunlardan başka öğrenmeyi etkileyen beden, yahut fizyolojik bozukluklar da vardır. Öğrenme için bunların da giderilmesi gereklidir. Bu tür rahatsızlıkların başlıcaları, bademecik, adonoit, eklem rahatsızlıkları, burunda ki ahtapot vb. Bu gibi durumlarda da çocuğun rahatsızlıklardan kurtulması için onu doktora gönderip sağaltımını sağlamada çevrede ki bütün olanaklardan yararlanılmalıdır.
ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN BİR ETKEN OLARAK “YAŞ”
Yaş da öğrenmeyi etkileyen fizyolojik etkenlerden sayılır. Fakat bunda çok ileri gitmenin yanlış olduğu psikologların, özellikle Thorndike nin yaptığı araştırmalardan anlaşılmaktadır.
Yaş öğrenme yeteneği bakımından bireyden bireye değişen geniş bir ayrılık göstermektedir. Kimi kimseler, uzun bir süre öğrenme yeteneğini sürdürebiliyorlar. Bunlar öğrenmeyi daha çok amaçta ararlar ve öğrenme amacımıza bağlıdır derler. Bunlara göre insan gereksinme duyduğu bir şeyi her zaman öğrenebilir. Öğrenme, öğrenme konusunun türüne bağlıdır. Bu psikologa göre zihinsel çabayı gerektiren kimi konular, ancak 40 yaşından sonra öğrenilebilir. Beceriye dayanan konuların öğrenimi de daha çok gençlikte olabilir.
ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN DIŞ ETKENLER
Öğrenmeyi, kişinin dışında ki fiziksel etkenler de etkiler. Örneğin; hiçbirimiz soğukta fazla bir öğrenme gücü gösteremeyiz. Bunu n gibi çok sıcakta da çalışamayız. Isının 20-22 santigrat derecesinde olması iyi bir öğrenme için normal sayılmaktadır. Rutubet oranının %50 civarında olması da normaldir.
Havanın kirli ya da temiz oluşu öğrenme üzerinde etkilidir. Temiz havanın bir dakika da , her bir insan için 1350 cm3 olması iyi bir ölçüt sayılıyor.
Az ve çok ışık da öğrenmeyi olumsuz yönde etkiler. Elektrikle yapılan etkiler metrekare başına 25 lümenlik bir ışık düşmesi gerekiyor. Bundan başka ışık soldan ya da yukarıdan gelmelidir. Bu durumda kişi, okuma ve öğrenmeye engel olan gölgelerden kurtulmuş olur.
Gürültünün öğrenme üzerindeki etkisi de önemlidir. Verimli çalışmanın olabilmesi için, yapılabildiği kadar gürültüden sakınmak gerekir. Bununla birlikte, fazla sessizlik sağlamak olanağı bulunmadığından, çocuk, evin fazla olmayan gürültüsünden rahatsız olmayacak kadar bir alışkanlık da kazanmalıdır.
Müzikle çalışma, kimi insanlarda daha çok verimli olabilir. Gürültü üzerinde yapılan araştırmalar, aynı yeğinlikteki gürültülerin daha az sakıncalı olduğunu göstermiştir.
ÖĞRENME ÜZERİNE DİKKATİN ETKİSİ
Dikkat ederken bütün zihinsel yeti ve yeteneklerimiz etkin hale geçer. Bu da öğrenme sürecinin oluşmasını kolaylaştırır. Dikkat, özellikle bilinçli olan her öğrenme için gereklidir.
Dikkat iki biçimde olur: 1. Kendiliğinden dikkat, 2. İstençli dikkat. Kendiliğinden dikkatin ilgi ve güdülerle ilişkisi vardır. Herhangi bir konuya karşı ilgi gösteren kimse, o konuyu öğrenirken gerekli olan dikkati de kendi içinde bulur.
İstençli dikkate, bireyin bir amaca ulaşmak için, kendini zorlaması söz konusudur. Bunun içinde bireyde, işe karşı bir istek bulunması ve dıştanlı da olsa güdünün kuvvetli olması gerektir.
ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN ETKENLER VE EĞİTİM İLKELERİ
1.Öğrenme güdülere bağlıdır. Bu nedenle, öğrenme de, yapılabildikçe, çocuğun gereksinme, ilgi ve güdülerinden hareket etmek gerekir.
2.Kişinin fizyolojik, psikolojik ya da toplumsal güdüleri, öğrenmeyi yönlendiren ve kalıcılığını sağlayan bir güce sahiptir.
3.Kaygının öğrenme üzerindeki etkisinden eğitimde de yararlanılabilir. Fakat bunda pek de aşırı gitmemek gerekir.
4.Öğrenme üzerinde göz ve kulak gibi duyu organlarının etkisi vardır.
5.Öğrenmede kişinin “amaç”ı, ilgisi, dikkati,isteği ve istenci Äönemlidir. Bunları da uyanık tutmak gerekir.
Okullarda kullanılan öğrenciyi etkileme yöntemleri aşağıdaki gibidir:
Övme ve Yerme:Öğrencinin yaptığı olumlu davranışların övülmesi; olumsuz olanların yerilmesi öğrenmeyi etkiler. Övmenin ve yermenin öğrenmeye hem olumlu hem de olumsuz etkileri vardır Eğer öğretmen yerinde ve yeter derecede kullanırsa, ikisi de etkili olabilir. Ancak, birini ötekine üstün görmek gerekirse, öğrenciyi öğrenmeye etkilemede övme, yermeden daha üstündür.
Ödüllendirme:Ödül; öğrenciye 1) İstenilen davranışları yaptırmak için uygulanan özendiricileri; 1) İstenilen davranışın yerleşmesini sağlayan pekiştiricileri içerir. Buna göre; ödüllendirme, istenilen davranışları yerleştirmek için öğrencide haz yaratacak özendiricileri ve pekiştiricileri uygulamaktır. Özendirici ve pekiştiriciler, öğrenciye haz veren tüm güdüleyicileri kapsar. Övülme, bir güdünün doyurulması, amaca ulaşma, başarılı olma, göze girme, beğenilme, sevilme, okşanma, bir olanağa kavuşma, bir yarar sağlama gibi tüm uyarıcı ve pekiştiriciler öğrenciye haz verdiği oranda ödüldür.
Cezalandırma:Ceza öğrenciye 1) İstenilmeyen davranıştan alıkoymak için uygulanan önleyiciler; 2) İstenilmeyen davranışın yinelenmemesi için konulan yasaklayıcılardır. Buna göre cezalandırma, istenilmeyen davranışı yaptırmamak için öğrenciye elem verecek önleyiciler ve yasaklayıcıları uygulamaktır.
Gözdağı Verme:Gözdağı, yıldırma ve korkutmayı içerir. Yıldırma, öğretmenin öğrenciye kötü davranması; korkutma ise kötü sonuçları göstermesidir. Gözdağı öğrencinin kişiliğine uygun ve uygulanabilir olmalı; uygulandığında eğitsel amacına ulaşabilmelidir. Tersi olduğunda, gözdağını veren öğretmenin öğrenciler üzerindeki etkisi düşmeye başlar.
Yarışa Sokma:İnsanın başkalarından üstün ve ileride olma isteği, onu yarışmaya yöneltir. Öğrenmede yarışma isteğinden yararlanmak gerekebilir. Ancak yarışmanın istenen amaca ulaşması için zamanı, süresi ve düzeyi önceden planlanmalıdır. Yarışma yararlı olabilir ama iyi düzenlenmemiş bir yarışmanın zararı daha çoktur. Kimi öğrenci, kıskançlık, başarısızlık, hırs, içedönüklük, saldırganlık vb. tutumları geliştirebilir. Öğrencinin, daha önceki başarılarının üstünde başarı elde etmesi için,kendi ile yarışması gerekir. Bu tür yarışma en iyisidir.
Başarılı Kılma:Öğrenmeye güdülemede ve disiplinin sağlanmasında, öğrencilerin öğrenim görevlerini başarmasını sağlamak ve onlara başarmanın tadını arttırmak, yukarda açıklanan güdüleme yöntemlerinden daha etkili ve daha eğitseldir. Başarılı olma, insanın önemli güdülerinden biridir. Eğer öğrenci, yaptığı çalışmaların başarıya ulaşacağını görürse öğrenmeye güdülenir. Böylece başarının kendisi, öğrenme için bir ödül olur. Başarılı olma güdüsünün kaynağında bilinmeyeni bilme, beğenilme, kendini tanıtma, başkalarınca benimsenme, bir kümeye ya da sınıfa ilişkin olma, özgerçekleştirme güdülerinden biri ya da birkaçı bulunduğunda, öğrencinin başarıya güdülenmesi daha da güçlü olur.
KAYNAKLAR:
(1) Eğitim Psikolojisi Cavit Binbaşıoğlu 9. Basım
(2) Eğitim Psikolojisi İbrahim Ethem Başaran 1998 Ankara
(3) Eğitim Psikolojisi Arthur I. Gates, Arthur T. Jersıld, T.R. Mc Connell, Robert C. Challman Çeviren:Necmi Z. Sarı
(4) Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi Cilt 17 Ana Yayıncılık A.Ş.
Not:Üniversite notlarından derlenmiştir.
http://www.sinifogretmeniyiz.biz, Sınıf Öğretmenlerinin Kaynak Sitesi