Cevap:Milli Şairimiz M.Akif Ersoy (20.3.2013 11:00:21)
Çanakkale Şehitlerine
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmaraya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle bu: bir Avrupalı
Dedirir - yırtıcı his yoksulu, sırtlan kümesi.
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhut kafesi!
Eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşısın da,
Avustralyayla beraber bakıyorsun: Kanada,
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezîl istîla!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,
Kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz
Sonra melundaki tahribe müvekkel esbab
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülk-ü harab.
Öteden saikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor amâkı
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam
Atılan her lâğamın Yaktığı: yüzlerce adam
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre
Top tüfekden daha sık gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki, bu, tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kala mı, göğsündeki, kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ,edecek kahrına râm?
Çünkü tesis-i îlahi o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun-i beşer;
Bu göğüslerse Hudânın ebedî serhaddi;
O benim sun-i bediim, onu çiğnetme dedi.
Âsımın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rap, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi...
Bedrin aslanları gibi şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler
Gömelim gel seni târîhe desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
Bu, taşındır diyerek Kâbeyi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyla;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâyı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsen yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine, bir şey yapabildim diyemem hâtırana
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı, selâhaddîni,
Kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki islamı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi ğöğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki rûhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehît oğlu şehît, isteme benden makber,
Sana ağûşunu açmış duruyor peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
İmza: